Ne kadar güzel bir gün, “Sevgililer günü” insan karısını, aşkını, sevgilisini, flörtünü, metresini adına ne derseniz deyin kısacası sevdiği birini alıp onunla güzel bir akşam yaşamak için türlü planlar yapar.
Beni tanıyanlar bilir aslında biraz romantik, sempatik, sürprizler yapmayı seven bir aşk adamıyım.
Göğüs kafesimin içinde bir avuç kadar küçücük bir kalp var.
O kalbin içine o kadar çok sevdiğim insanı sığdırdım ki anlatamam.
En az 10 tane sevdiğim kadın var içinde.
Üstelik birçoğu onları sevdiğimden haberi bile olmadı.
Olsun, varsın olmasın ama ben yinede onları o kadar güzel sevdim ki, hiç ellerinden tutup gözlerinin içine bakıp sonra dudaklarına bir öpücük konduramadım.
Ama onlarla o kadar güzel arkadaşlıklarım oldu ya o bana yeter.
Hem sevgi nedir ki?
Bir insanın diğer insanla aynı yatağa girmesi midir?
Sevgi bence bu kadar basit olamaz ki!
Sevgi daha fazlası değil midir?
O zamandan kediden, köpekten, attan eşekten ne farkımız kalırdı.
Ne demiş Aşık Veysel, “Güzelliğin on para etmez bendeki aşk olmasa”
Ben onları öyle böyle değil adam gibi sevdim.
Ne, “Ya benimsin ya kara toprağın” dedim.
Ne, taciz, ne tecavüz, ne cinayet.
Sadece adam gibi sevdim, hala bir kısmıyla görüşürüm ama hala bilmez benim ona nasıl aşık olduğumu.
Varsın bilmesin ben sevdim ya o bana yeter.
Sonra?
Sonra bir şey oldu 14 Şubat 2000 tarihinde babam Musa Mazi’nin filmlerini eline alan doktor baban kanser dedi.
İşte o gün benim hayatımın en kötü 14 Şubat’ı oldu.
Ve hastane süreci, kanserle mücadele günleri başladı.
Ameliyat, ışın tedavi, kemoterapi falan filan derken bir gün tüm cesaretimi toplayıp doktora sordum, “Hocam korkuyorum sormaya ama! Nedir bizim şansımız?”
“Babanız 6 ay yaşar” dedi.
İşte o gün yüreğime bir hançer saplandı sanki.
Hiç yaşadınız mı? sevdiğiniz biri gözlerinizin önünde her gün eriyip giderken ona bakmaya kıyamadığınız, gözlerinizi kaçırdığınız oldu mu?
Benim oldu.
Hem de günlerce.
Yanında gözlerinin içine bakım gülümserdim beş dakika sonra kendimi dışarı zor atıp ağlayarak sokaklarda dolaşırdım.
Direndi babam, 6 ay yaşar lafına rağmen direndi.
Ama her an kaybedeceğimi bilerek tam 9 ay yaşadım.
En zoru da nedir bilir misiniz?
Ben babamın son bir ayında yanında olamadım.
Çünkü artık yüreğim kaldırmıyordu.
Her gün dua ediyordum Allah’ım çalan telefonda evin numarası çıkmasın diye.
Bir gün, bir hafta, üç hafta derken o telefon 13 Şubat 2001 tarihinde akşamüzeri çaldı.
Eyvah dedim.
Elim telefona gitmedi defalarca çaldı.
Ofisteki arkadaşlarım telefonu açıp bana verdiler.
Telefonda annem vardı, “Çabuk gel baban iyi değil” dedi ve telefonu kapattı.
Bitmedi antalya ile manavgat arasındaki yol.
Hiç bana bu kadar uzun gelmemişti.
Evin giriş kapsının önüne geldiğimde onlarca ayakkabı vardı.
Eyvah! Dedim.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde konu komşu herkes vardı.
Bir tek babam yoktu.
Hiç bir şey demeden bir yere de ben oturdum.
Ertesi gün 14 Şubat 2001 tarihinde babamı defnettik.
14 Şubat 2000’de kanser olduğunu öğrendik.
14 Şubat 2001’de toprağa verdik.
Bugün babamdan ayrılalı 20 yıl oldu.
O nedenle 14 Şubat sevgililer günü 20 yıldır bana acı ve hüznü daha önemlisi babamı hatırlatır.
Her 14 Şubat’ta bir hüzün kaplar kalbimi.
Beni tanıyanlar bilir aslında biraz romantik, sempatik, sürprizler yapmayı seven bir aşk adamıyım.
Göğüs kafesimin içinde bir avuç kadar küçücük bir kalp var.
O kalbin içine o kadar çok sevdiğim insanı sığdırdım ki anlatamam.
En az 10 tane sevdiğim kadın var içinde.
Üstelik birçoğu onları sevdiğimden haberi bile olmadı.
Olsun, varsın olmasın ama ben yinede onları o kadar güzel sevdim ki, hiç ellerinden tutup gözlerinin içine bakıp sonra dudaklarına bir öpücük konduramadım.
Ama onlarla o kadar güzel arkadaşlıklarım oldu ya o bana yeter.
Hem sevgi nedir ki?
Bir insanın diğer insanla aynı yatağa girmesi midir?
Sevgi bence bu kadar basit olamaz ki!
Sevgi daha fazlası değil midir?
O zamandan kediden, köpekten, attan eşekten ne farkımız kalırdı.
Ne demiş Aşık Veysel, “Güzelliğin on para etmez bendeki aşk olmasa”
Ben onları öyle böyle değil adam gibi sevdim.
Ne, “Ya benimsin ya kara toprağın” dedim.
Ne, taciz, ne tecavüz, ne cinayet.
Sadece adam gibi sevdim, hala bir kısmıyla görüşürüm ama hala bilmez benim ona nasıl aşık olduğumu.
Varsın bilmesin ben sevdim ya o bana yeter.
Sonra?
Sonra bir şey oldu 14 Şubat 2000 tarihinde babam Musa Mazi’nin filmlerini eline alan doktor baban kanser dedi.
İşte o gün benim hayatımın en kötü 14 Şubat’ı oldu.
Ve hastane süreci, kanserle mücadele günleri başladı.
Ameliyat, ışın tedavi, kemoterapi falan filan derken bir gün tüm cesaretimi toplayıp doktora sordum, “Hocam korkuyorum sormaya ama! Nedir bizim şansımız?”
“Babanız 6 ay yaşar” dedi.
İşte o gün yüreğime bir hançer saplandı sanki.
Hiç yaşadınız mı? sevdiğiniz biri gözlerinizin önünde her gün eriyip giderken ona bakmaya kıyamadığınız, gözlerinizi kaçırdığınız oldu mu?
Benim oldu.
Hem de günlerce.
Yanında gözlerinin içine bakım gülümserdim beş dakika sonra kendimi dışarı zor atıp ağlayarak sokaklarda dolaşırdım.
Direndi babam, 6 ay yaşar lafına rağmen direndi.
Ama her an kaybedeceğimi bilerek tam 9 ay yaşadım.
En zoru da nedir bilir misiniz?
Ben babamın son bir ayında yanında olamadım.
Çünkü artık yüreğim kaldırmıyordu.
Her gün dua ediyordum Allah’ım çalan telefonda evin numarası çıkmasın diye.
Bir gün, bir hafta, üç hafta derken o telefon 13 Şubat 2001 tarihinde akşamüzeri çaldı.
Eyvah dedim.
Elim telefona gitmedi defalarca çaldı.
Ofisteki arkadaşlarım telefonu açıp bana verdiler.
Telefonda annem vardı, “Çabuk gel baban iyi değil” dedi ve telefonu kapattı.
Bitmedi antalya ile manavgat arasındaki yol.
Hiç bana bu kadar uzun gelmemişti.
Evin giriş kapsının önüne geldiğimde onlarca ayakkabı vardı.
Eyvah! Dedim.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde konu komşu herkes vardı.
Bir tek babam yoktu.
Hiç bir şey demeden bir yere de ben oturdum.
Ertesi gün 14 Şubat 2001 tarihinde babamı defnettik.
14 Şubat 2000’de kanser olduğunu öğrendik.
14 Şubat 2001’de toprağa verdik.
Bugün babamdan ayrılalı 20 yıl oldu.
O nedenle 14 Şubat sevgililer günü 20 yıldır bana acı ve hüznü daha önemlisi babamı hatırlatır.
Her 14 Şubat’ta bir hüzün kaplar kalbimi.