Türkiye’nin farklı sanat adamlarından birisi olan mercan dede hayatının farklı ve bilinmeyenlerini gazeteci Ömer Mazi’ye anlattı. Daha çok ünlü sanatçılarla yaptığı düet ve ortak projelerle, ney’i popüler müzik kültürüne sokması ile tanıdık. İşte size Mercan Dede’nin gizli dünyası.
Gazetecilik okudunuz müzik adamı oldunuz.
Evet İstanbul Basın Yayın Yüksek Okulu mezunuyum yani sizinle meslektaşız. İstanbul’da. Zaman, Cumhuriyet, Tercüman Kültür Sanat, Milliyet, Nokta dergisinde foto muhabiri ve kültür servislerinde uzun zaman çalıştım. Ama gazetecilik gerçekten çok zor ve yorucu olduğu için bu işin benim işim olmadığına karar verdim ve gazeteciliğe son verdim. Bir süre fotoğraf sanatıyla uğraştıktan sonra Kanada’da yapılacak olan bir sergiye katılmak için müracaat ettim ve kabul edildikten sonra oraya giderek gazetecilikten tamamen koptum. Türkiye’de kalsaydım belki yeniden gazeteciliğe dönebilirdim.
Kanada’ya fotoğraf sanatçısı olarak gittin müzik adamı olarak döndün, bu değişiklik nasıl gerçekleşti.
Kanada macerası 1987 yılında başladı. Oda aslında yine basınla bağlantılı olarak gerçekleşti. Basın ve Kültür fotoğrafları dalında bir sergi vardı, bende o sergiye katılma hakkı kazandıktan sonra Kanada’ya gittim. Kanada’da University of Saskatchewan Üniversitesin kütüphanesinde yapılan bir sergiydi. Benim Ebru sanatıyla ilgili yaptığın resim çalışmaları onların çok büyük ilgisini çekti. Bir aylık sergi süresinden sonra yeniden Türkiye’ye ye döndüm. Birkaç ay sonra Kanada’daki University of Saskatchewan bana davet mektubu göndererek seni misafir öğrenci olarak davet ettiler.
Ben aynı zamanda geleneksel sanatlarla da uğraşıyordum. Ebru sanatı onların çok büyük dikkatini çekti suyun üzerinde yayılan boyalar onların alışık olmadığı bir şeydi ve öğrenmek istiyorlardı. Bu davet ile tekrar Kanada’ya giderek hem Ebru sanatıyla ilgili dersler verirken hem de Güzel sanatlar eğitimi yapmaya başladım. Bir süre sonra müzikoloji dersleri almaya başladım. Dünya Müzik tarihini merak ediyordum. Tayland, Ortadoğu, Hindistan gibi otantik yerlerin müzik kültürü hakkında bilgiler almaya başladım. Elimde ney’lerim var neyler vasıtasıyla geleneksel müzik, Türk müziği derken DJ’lik yapmaya başladım.
Mercan Dede ismi nasıl oluştu neyle bir alakası var mı.
Kanada’da 1995 yılında kendi kendime ney üflüyorum, bir müzisyen gibi değil ve hala ben kendimi bir müzisyen gibi görmüyorum bu olay benim için nefes almak gibi hayatımı yaşama sürecinin çok önemli bir parçası olarak görüyorum. Bir gün Amerika California’dan bir müzik şirketi sahibi, sen müzikle ilgileniyorsun bir albüm yapmak istemez misin dedi. Bende amatör olarak tabi olur, ama kendi adımı kullanmak istemiyorum dedim. Çünkü ben müzisyenim buda benim albümün demek bana çok ters geliyor peki dediler ama isimsiz albüm olmaz sana bir isim bulmalıyız dediler. Bir yandan albüm yaparken bir yandan da isim araştırıyorum.
Yine o zamanlarda “Puslu Kıtalar Atlası” adlı bir kitap okurken sayfanın birisinde adı sadece bir kez geçen çok ilginç bir karakter vardı Zihni Sinir vardı ya ona benzer Osmanlı döneminin Zihni Siniri olan Havai Mercan Dede adında çok antika bir adamdı. Çok ilginç işler yapan bir karakterdi. Ben yaşlanırsan aynı bu adam gibi olurum diye düşünürken plak şirketine albümde benim adım Mercan Dede olsun dedim ve öyle çıktı. O albümden sonra Akbank Caz Festivaline davet edildiğimizde bir yanlışlık yapılarak Arkın Ilıcalı (Ney) yazılması gerekirken albümdeki isim olan Mercan Dede yazılınca artık öyle kaldı.
Türkiye’de Mercan Dede nasıl karşılandı.
Kanada ve Amerika’dan sonra Türkiye’de ilk konserimiz 1997 yılında gerçekleşti. Kanada’ya gittikten sonra uzun bir süre Türkiye’ye gelmemiştim. Benim ilk albümüm Amerika’da küçük bir plak şirketinden çıktı. Buna rağmen çok başarılı olan ‘Dervişin Rüyası’ Türkiye’den duyulmuş ve bizi Akbank Caz festivaline davet edildik. Türkiye’de ilk kez sahneye çıktığımızda Mercan Dede isminden dolayı herkes beni yaşlı biri olarak bekliyorlardı. İşte ney çalan yaşlı ak sakalı asabi birisini bekleyenler karşılarında 31 yaşında ilginç saç sitili küpeleri olan marjinal birini görünce aa Mercan Dede bumu diye bir uğultu oluştu. Ama bir birimize çabuk ısındık ve kısa sürede onların beğenisini kazandım. 1998’den sonra Avrupa ve Amerika projeleri yoğunlaştı daha çok oralarda yer almaya başladım. Dünyanın en büyük müzik festivallerinde çalmaya başladım. Son iki yılda plak şirketimi değiştirdim, Türkiye’de ki Doublemoon plak şirketiyle çalışmaya başladım ve benim dünya menajerliğimi yapmaya başladılar. Dünya Müzik Festivali var geçen yıl bizi kabul ettiler, buraya katılmak çok zor her yıl 500 civarında gurup başvuruda bulunur ve bunlardan sadece 20 tanesi kabul edilir.
2002’de ben kabul edildim ve çok başarılı geçti. Hemen arkasından Fransa’daki Transmusical Müzikal Festivali var ve oraya katıldık. Bu festivaller dinleyici kitlesinin yanı sıra dünyanın her yerinden gelen, müzik eleştirmenleri, gazeteciler, festival organize eden insanların gelip sanatçılar seçtiği çok önemli bir pazar. Bu festivalde çok iyi geçti ve bir anda Avrupa’da 6 ülkede menajerlerim oldu. Bu sene beni en çok sevindiren bir gelişme bir ay önce İngiltere’nin BBC kanalının İngiltere’nin en prestijli radyo istasyonu olan Radyo 3’ün geleneksel Dünya Müzik Ödülleri var. BBC beni iki dalda aday gösterdi. 2004’teki ödüllere biri Ortadoğu kategorisinde biride elektronik Club dalında aday gösterilmemin yurt dışında çok önemli bir açılımı oldu ve bütün büyük festivallerden davet alıyorum. Bunlara bağlı olarak 2 yıl önce Montrel Jazz Festivalinin ana gecesinde Burhan Öcal ile birlikte bir projemiz oldu ve orada 200 bin kişiye geldi ve o 200 bin kişiye müzik çalmak ve ney üflemek çok keyif verici bir duygu.
Bu festivalin ivmesi ile film müzikleri yaptım, Türkiye’de modern dans toplulukları, Beyhan Mörfi ile Seyahatname projesini gibi çalışmalarda bulundum. Geçen yıl benim son albümüm olan Nar çıktı ve bununla birlikte 3 tane Türkiye turu yapıldı ve çok keyifli geçti. Geçen yaz 2.5 aylık çok önemli bir Avrupa turu yapıldı ki bu turda dünyanın en önemli festivallerinde yer aldık. 2003’te çok yoğun hem Avrupa hem de Türkiye turları ikisi bir arada devam etti. Şuanda 2004 yılı tamamen doldu ve 2005 yılı için iş almaya başladım. 2001, 2002 ve 2003 yılında gittiğimiz yerleri hesapladık ve tam 2 milyon kilometreden fazla bir yol kat etmişim. Artık hostesler ve pilotlar ile arkadaş olduk ve eğer müzik kariyerin iyi gitmezse bize hostes olarak başlaya bilirsin demeye başladılar.
Ney merakı nasıl başladı. Genelde bu tür ilgiler aileden gelir sende de böyle mi oldu.
Tam tersi benim ailemde müzikle ilgilenen hiç yoktu, benim bile Kanada’ya gidene kadar müzikle bir ilgim olmadı. Bursalıyım o zamanlar 6 yaşındayken ailemle birlikte dolmuşa bindim bir akrabamıza ziyarete gidiyorduk. Dolmuşta cızırtılı bir radyodan ney taksimi duydum ve bu gün ki gibi hatırlıyorum çok etkilendim. Daha Ney’in ne olduğunu bilmiyorum bugün bile bilmiyorum da o gün hiç bilmiyorum, sonra 10 yıl geçti ve ben Üniversite için İstanbul’a geldim. Bir gün Maçka’da yürüyorum bir pencerenin içinden ney sesi geliyor meğerse orası konservatuarmış. O gün karar verdim bu neyi öğrenmeliyim diye ama öğrenciyim ne ney alacak nede ney dersi alacak param yok. Bir gün bir vitrinde ney gördüm alacak param yok içeri girip soracağım ama dükkan sahibi aksi bir adama benziyor. Hemen gidip bir kağıt kalem alıp cama yanaşarak vitrindeki neyin yaklaşık boyunu çizdim noktalarını falan çizip gidip kendi evimde plastik su borusundan kendi neyimi yaptım. Yamuk yumuk sesleri yanılış ama benim için çok önemli olan bu ney hala evimin en değerli eşyalarından birisidir. Ney ilgim böyle başladı ve Ney’in ne olduğunu öğrenmeye başlarken anlıyorsunuz ki Ney bir yemmiş ve bende bir balıkmışım. Tasavvuf adı verilen inanılmaz bir okyanus varmış ve o dünyanın içine giriyorsunuz. Ben 22 yıldır Ney üflüyorum ve hala bu işte kendimi bir ilk okul öğrencisi gibi öğrenci olduğumu düşünüyorum.
Kanada’da başlayıp Amerika ve bütün Avrupa’da Ney çaldınız ve onları Ney’le tanıştırdın. Ney’in sesini nasıl tepki verdiler.
İlk günden itibaren Ney sesini duyduktan sonra çok etkileniyorlar ve bu beni çok şaşırtıyor. Tabi biz biliyoruz Mevlana’yı, Semazenleri, Tasavvuf’u herkes bir şekilde biliyor ama onlar için bunların hiç biri hakkında fikirleri yok. Ama Ney sesinin o kadar evrensel bir büyüsü var ki o içerisindeki tozlu ses, nefes, kamışın belki doğal bir bitki olması çok etkiliyor insanları. 9 yıl önce Kanada’da bir Club’de DJ’lik yaparken elektronik müzik yapıyorum yanımda bulunan bir Cd vardı alttaki ritmin üzerine Ney taksimini koydum bir anda dans eden 5 bin kişinin yüzü değişti, bakışları değişti sona ben setimi bitirdim ve 200-300 kişi kapıda benim önüme çıkarak siz bir şey çaldınız içinde flüt olan nedir bu çok etkilendik çok dokundu, işte o zaman anlıyorsunuz ki Ney’de insanın kalbine hitap eden ama entelektüel değil de ruh dünyasına hitap eden bir büyü var. Batıda çok büyük bir ilgi var Ney’e. Örneğin Montuel festivalinde 200 bin kişi vardı ve canlı yayınla 500 milyon kişiye ulaşan bir konser oldu. O zamanda tanık olmuştum ve kasetlerden izlediğimde de belli yerlerde o 200 bin kişi sanki hipnotize olmuş gibi duruyorlar sonra ritimler yükseliyor birden enerji patlaması oluyor. Kesinlikle Türkiye’de ki insanlar ney dinlerken ne hissediyorsa dünyada aynı hisleri duyuyor ve aynı tepkileri veriyor.
Farklı bir sentez yaratarak doğu ile batıyı bir müzikte buluşturdunuz nasıl çıktı böyle bir çalışma.
Şimdi aslında her şey bir bütün Mevlana’nın çok güzel bir sözü var, diyor ki “Şaşı olan gözünüz düzeldiği zaman iki gibi görünen şey bir hale gelir. Mevlana şaşı gözden bahsederken gönül gözünden bahsediyor, aslında ayırmak bize ait bir şey batıda her şey bir çizgi halinde görünür, bu ayrım doğuya has bir bakış açısı batlı her şeyi bir daire olarak görür bizdeki sema gibi semazen dönmeye başladığı zaman doğu batı kalmaz hepsi bir potada erir, bu potanın merkezine biz aşk diyoruz o en önemlisi onu aydınlatanda hoşgörü ve batının çok az sahip olduğu bir şeylerden bir tanesi. Yine Mevlananın çok güzel bir sözü daha var diyorki düne ait söz dünde kaldı, bugün yeni bir söz söylemek lazım. Şimdi bugünün dili elektronik müzik ben elektronik müziğin evrensel bir değeri olduğunu düşünüyorum. Amacımız sevgi, barış, muhabbet, hoşgörü ki Tasavvufun özündeki mesajılar bu Anadolu’nun mesajları da yüzyıllar boyu böyle olmuştur, o zaman olduğu gibi bugünde amaç bu mesajları geniş kitlelere yaymaksa, geniş kitlelerin anlaya bileceği bir dili seçmemiz gerekir.
O anlamda elektronik müzikle bizim müziklerimiz akustik müzikler çok iyi bir biriyle birleşti. Belki şimdi ben geleneksel anlamda bir ney üflüyor olsaydım kendi hocamın kötü bir taklidi olurdum. 150-200 kişilik guruplara ney çalan biri olmaktan öte gidemezdim. Ama evrensel bir dile kendi mesajınızı yerleştirdiğinizde Montrel Jazz festivalinde olduğu gibi 200 bin kişiye çalabilirsiniz. İspanya’nın küçük bir köyünde bir festivale gittik ve 30 bin kişi geldi ilk defa gittim orada tanınmıyorum, ama 30 bin kişi ney ve semazenlari ilgiyle izlemelerini görünce bundan aldığım keyif anlatılmaz bir duygu. Türkiye’nin konumu da dış dünyada hep merak uyandırıyor İstanbul doğuyla batının birleştiği yer Anadolu da aynı şekilde medeniyetlerin birleştiği bir yer olmuştur her zaman. Benim müziğim yaşadığım hayatın çok güzel yansıması haline geldi ve içinde doğu var batı var, elektronik var akustik var, geçmiş var gelecek var ve bu batı için çok ilginç bir konsept.
Dünya müzik sektörünün neresindeyiz ve Türkiye’de müzik sektör olabildi mi. Eskiden yabancı müziklerin üzerine Türkçe sözler yazılarak karşımıza çıkılıyordu bugünkü durum nedir.
Bence Türk müziği kaynak olarak yani kökleri olarak çok zengin bir yer. Ben Kanada’da Müzik eğitimi alırken çok otorite bir hocamız vardı ve bana, ben sizi anlamıyorum dünyanın en zengin müzik kültürüne sahipsiniz tutup klasik batı müziklerinin taklidini yapıyorsunuz neden dedi. Orta Asya’dan itibaren başlayın Anadolu, Selçuklu, Osmanlı onun içerisindeki klasik Türk müziği dediğimiz Tasavvuf müziği, dini müzikler, Cumhuriyet dönemi, folklorik müzikler örneğin Aşık Veysel, Neşet Ertaş gibi ustalar ve daha niceleri var. İnanılmaz bir hazine var ve bir şekilde biz bu hazineyi işleyemiyoruz. Buda kültürel bir boşluktan, kültürel bir sahipsizlikten, nerde olduğunu bilmemekten, Cumhuriyet dönemi, Osmanlı döneminin son 200 yılında bir kimlik bunalımı var. Bunlar yavaş yavaş yerine oturmaya başladılar ve kendi kültürümüzün bize ait olan kültürün evrensel değerleri yada en azından o potansiyeli keşfettiğin anda çok iyi yerlere gelebiliyorsun. Beni BBC’nin dünya müziğine aday göstermesini ben şahsım olarak bir başarı olarak görmüyorum, burada ki en önemli şey, Türk müziğinin gerçekten nitelikli olarak elektronik müziği, caz müziği, batı müziğinin kavramları ile birleştirdiğinde başarılı olabileceğimizin bir göstergesi. Biz 500 guruptan ilk 4 gurup arasında aday gösterildik. Potansiyel olarak çok zengin bir yerdeyken, müzik sektörü olarak hala çok geri plandayız. Türkiye’de müzik yaratan kişiler yok. Dünyayı biraz geriden takip ediyoruz ama genç kuşak daha iyi şeyler yapacak gibi.
Dünya pazarında kendilerine yer arayan Türk müzisyenler var Tarkan, mustafa sandal Sertab Erener gibi bunların başarılı olma şansını nasıl görüyorsunuz.
Sertab’ın başarısı çok büyük ve önemli. Benim kuşağım Eurovision şarkı yarışmasında sonuncu olmakla hatırlanan bir kuşakken Sertab gibi bir kız çıkarak Eurovision yarışmasında birinci oldu. Burada herkesin atladığı bir şey var İngiltere’nin kendi ana diliyle yarıştığı ve son sıralarda yer alırken bir Türk kızı çıkıp İngilizce şarkı ile kazanması kadar güzel bir olay olamaz. Türkiye’den çıkıp bir dünya starı olacak birisi varsa o da Sertab Erener olur bunun dışındakilerin başarılı olacaklarına inanmıyorum. Sertap apayrı bir sanatçı, çok farklı müzik alanlarında şarkı söyleme yeteneğine sahip bir kişi. Klasik batı müziğinden, operaya, Türk müziğine kadar birçok müziği söyleyebilecek ender sanatçılardan. Mustafa Sandal Türkiye’de ticari işler yapan bir sanatçının ötesine geçemez.
Tarkan hakikaten çok kabiliyetli bir sanatçı, sesi çok iyi sahnesi çok iyi ama ondaki problemlerin başında yine Türkiye’de ki popüler kültürdeki satabilecek albümler yapılıyor olmasından kaynaklanıyor. Tarkan’ın etrafında onu dünya pazarına sunacak ve bir star yapacak ekip yok onun etrafındaki insanlar konser ve albümden ne kadar çok para kazanırım diye düşünen insanlardan oluşuyor. Benim Dünya Müzik Ödüllerine aday gösterilmemin arkasında bir ekip çalışması var. Benim Avrupa’da vizyonu olan 6 tane menajerim var aylar süren turnelere katılıyorum sürekli iş alıyorum bu da benim arkamdaki insanların çalışması ile oluyor. Tarkan’ın böyle bir ekibi yok. Bazı Türk sanatçıları Avrupa’ya konsere gidiyorlar ve arkasından Türk basınında Bilmem kim Avrupa’yı salladı diye yazıyorlar. Onlar Avrupa’yı değil orada yaşayan Türkleri sallıyor hepsi o kadar. Türkiye’nin dünya starı var Fazıl Say, ben 3 hafta önce Paris’teydim ve her yerde Fazıl Say afişleri asılı Fazıl Sayı tanıyor musunuz diye sorduğumda herkes biliyor.
Ömer Mazi röportajı
Gazetecilik okudunuz müzik adamı oldunuz.
Evet İstanbul Basın Yayın Yüksek Okulu mezunuyum yani sizinle meslektaşız. İstanbul’da. Zaman, Cumhuriyet, Tercüman Kültür Sanat, Milliyet, Nokta dergisinde foto muhabiri ve kültür servislerinde uzun zaman çalıştım. Ama gazetecilik gerçekten çok zor ve yorucu olduğu için bu işin benim işim olmadığına karar verdim ve gazeteciliğe son verdim. Bir süre fotoğraf sanatıyla uğraştıktan sonra Kanada’da yapılacak olan bir sergiye katılmak için müracaat ettim ve kabul edildikten sonra oraya giderek gazetecilikten tamamen koptum. Türkiye’de kalsaydım belki yeniden gazeteciliğe dönebilirdim.
Kanada’ya fotoğraf sanatçısı olarak gittin müzik adamı olarak döndün, bu değişiklik nasıl gerçekleşti.
Kanada macerası 1987 yılında başladı. Oda aslında yine basınla bağlantılı olarak gerçekleşti. Basın ve Kültür fotoğrafları dalında bir sergi vardı, bende o sergiye katılma hakkı kazandıktan sonra Kanada’ya gittim. Kanada’da University of Saskatchewan Üniversitesin kütüphanesinde yapılan bir sergiydi. Benim Ebru sanatıyla ilgili yaptığın resim çalışmaları onların çok büyük ilgisini çekti. Bir aylık sergi süresinden sonra yeniden Türkiye’ye ye döndüm. Birkaç ay sonra Kanada’daki University of Saskatchewan bana davet mektubu göndererek seni misafir öğrenci olarak davet ettiler.
Ben aynı zamanda geleneksel sanatlarla da uğraşıyordum. Ebru sanatı onların çok büyük dikkatini çekti suyun üzerinde yayılan boyalar onların alışık olmadığı bir şeydi ve öğrenmek istiyorlardı. Bu davet ile tekrar Kanada’ya giderek hem Ebru sanatıyla ilgili dersler verirken hem de Güzel sanatlar eğitimi yapmaya başladım. Bir süre sonra müzikoloji dersleri almaya başladım. Dünya Müzik tarihini merak ediyordum. Tayland, Ortadoğu, Hindistan gibi otantik yerlerin müzik kültürü hakkında bilgiler almaya başladım. Elimde ney’lerim var neyler vasıtasıyla geleneksel müzik, Türk müziği derken DJ’lik yapmaya başladım.
Mercan Dede ismi nasıl oluştu neyle bir alakası var mı.
Kanada’da 1995 yılında kendi kendime ney üflüyorum, bir müzisyen gibi değil ve hala ben kendimi bir müzisyen gibi görmüyorum bu olay benim için nefes almak gibi hayatımı yaşama sürecinin çok önemli bir parçası olarak görüyorum. Bir gün Amerika California’dan bir müzik şirketi sahibi, sen müzikle ilgileniyorsun bir albüm yapmak istemez misin dedi. Bende amatör olarak tabi olur, ama kendi adımı kullanmak istemiyorum dedim. Çünkü ben müzisyenim buda benim albümün demek bana çok ters geliyor peki dediler ama isimsiz albüm olmaz sana bir isim bulmalıyız dediler. Bir yandan albüm yaparken bir yandan da isim araştırıyorum.
Yine o zamanlarda “Puslu Kıtalar Atlası” adlı bir kitap okurken sayfanın birisinde adı sadece bir kez geçen çok ilginç bir karakter vardı Zihni Sinir vardı ya ona benzer Osmanlı döneminin Zihni Siniri olan Havai Mercan Dede adında çok antika bir adamdı. Çok ilginç işler yapan bir karakterdi. Ben yaşlanırsan aynı bu adam gibi olurum diye düşünürken plak şirketine albümde benim adım Mercan Dede olsun dedim ve öyle çıktı. O albümden sonra Akbank Caz Festivaline davet edildiğimizde bir yanlışlık yapılarak Arkın Ilıcalı (Ney) yazılması gerekirken albümdeki isim olan Mercan Dede yazılınca artık öyle kaldı.
Türkiye’de Mercan Dede nasıl karşılandı.
Kanada ve Amerika’dan sonra Türkiye’de ilk konserimiz 1997 yılında gerçekleşti. Kanada’ya gittikten sonra uzun bir süre Türkiye’ye gelmemiştim. Benim ilk albümüm Amerika’da küçük bir plak şirketinden çıktı. Buna rağmen çok başarılı olan ‘Dervişin Rüyası’ Türkiye’den duyulmuş ve bizi Akbank Caz festivaline davet edildik. Türkiye’de ilk kez sahneye çıktığımızda Mercan Dede isminden dolayı herkes beni yaşlı biri olarak bekliyorlardı. İşte ney çalan yaşlı ak sakalı asabi birisini bekleyenler karşılarında 31 yaşında ilginç saç sitili küpeleri olan marjinal birini görünce aa Mercan Dede bumu diye bir uğultu oluştu. Ama bir birimize çabuk ısındık ve kısa sürede onların beğenisini kazandım. 1998’den sonra Avrupa ve Amerika projeleri yoğunlaştı daha çok oralarda yer almaya başladım. Dünyanın en büyük müzik festivallerinde çalmaya başladım. Son iki yılda plak şirketimi değiştirdim, Türkiye’de ki Doublemoon plak şirketiyle çalışmaya başladım ve benim dünya menajerliğimi yapmaya başladılar. Dünya Müzik Festivali var geçen yıl bizi kabul ettiler, buraya katılmak çok zor her yıl 500 civarında gurup başvuruda bulunur ve bunlardan sadece 20 tanesi kabul edilir.
2002’de ben kabul edildim ve çok başarılı geçti. Hemen arkasından Fransa’daki Transmusical Müzikal Festivali var ve oraya katıldık. Bu festivaller dinleyici kitlesinin yanı sıra dünyanın her yerinden gelen, müzik eleştirmenleri, gazeteciler, festival organize eden insanların gelip sanatçılar seçtiği çok önemli bir pazar. Bu festivalde çok iyi geçti ve bir anda Avrupa’da 6 ülkede menajerlerim oldu. Bu sene beni en çok sevindiren bir gelişme bir ay önce İngiltere’nin BBC kanalının İngiltere’nin en prestijli radyo istasyonu olan Radyo 3’ün geleneksel Dünya Müzik Ödülleri var. BBC beni iki dalda aday gösterdi. 2004’teki ödüllere biri Ortadoğu kategorisinde biride elektronik Club dalında aday gösterilmemin yurt dışında çok önemli bir açılımı oldu ve bütün büyük festivallerden davet alıyorum. Bunlara bağlı olarak 2 yıl önce Montrel Jazz Festivalinin ana gecesinde Burhan Öcal ile birlikte bir projemiz oldu ve orada 200 bin kişiye geldi ve o 200 bin kişiye müzik çalmak ve ney üflemek çok keyif verici bir duygu.
Bu festivalin ivmesi ile film müzikleri yaptım, Türkiye’de modern dans toplulukları, Beyhan Mörfi ile Seyahatname projesini gibi çalışmalarda bulundum. Geçen yıl benim son albümüm olan Nar çıktı ve bununla birlikte 3 tane Türkiye turu yapıldı ve çok keyifli geçti. Geçen yaz 2.5 aylık çok önemli bir Avrupa turu yapıldı ki bu turda dünyanın en önemli festivallerinde yer aldık. 2003’te çok yoğun hem Avrupa hem de Türkiye turları ikisi bir arada devam etti. Şuanda 2004 yılı tamamen doldu ve 2005 yılı için iş almaya başladım. 2001, 2002 ve 2003 yılında gittiğimiz yerleri hesapladık ve tam 2 milyon kilometreden fazla bir yol kat etmişim. Artık hostesler ve pilotlar ile arkadaş olduk ve eğer müzik kariyerin iyi gitmezse bize hostes olarak başlaya bilirsin demeye başladılar.
Ney merakı nasıl başladı. Genelde bu tür ilgiler aileden gelir sende de böyle mi oldu.
Tam tersi benim ailemde müzikle ilgilenen hiç yoktu, benim bile Kanada’ya gidene kadar müzikle bir ilgim olmadı. Bursalıyım o zamanlar 6 yaşındayken ailemle birlikte dolmuşa bindim bir akrabamıza ziyarete gidiyorduk. Dolmuşta cızırtılı bir radyodan ney taksimi duydum ve bu gün ki gibi hatırlıyorum çok etkilendim. Daha Ney’in ne olduğunu bilmiyorum bugün bile bilmiyorum da o gün hiç bilmiyorum, sonra 10 yıl geçti ve ben Üniversite için İstanbul’a geldim. Bir gün Maçka’da yürüyorum bir pencerenin içinden ney sesi geliyor meğerse orası konservatuarmış. O gün karar verdim bu neyi öğrenmeliyim diye ama öğrenciyim ne ney alacak nede ney dersi alacak param yok. Bir gün bir vitrinde ney gördüm alacak param yok içeri girip soracağım ama dükkan sahibi aksi bir adama benziyor. Hemen gidip bir kağıt kalem alıp cama yanaşarak vitrindeki neyin yaklaşık boyunu çizdim noktalarını falan çizip gidip kendi evimde plastik su borusundan kendi neyimi yaptım. Yamuk yumuk sesleri yanılış ama benim için çok önemli olan bu ney hala evimin en değerli eşyalarından birisidir. Ney ilgim böyle başladı ve Ney’in ne olduğunu öğrenmeye başlarken anlıyorsunuz ki Ney bir yemmiş ve bende bir balıkmışım. Tasavvuf adı verilen inanılmaz bir okyanus varmış ve o dünyanın içine giriyorsunuz. Ben 22 yıldır Ney üflüyorum ve hala bu işte kendimi bir ilk okul öğrencisi gibi öğrenci olduğumu düşünüyorum.
Kanada’da başlayıp Amerika ve bütün Avrupa’da Ney çaldınız ve onları Ney’le tanıştırdın. Ney’in sesini nasıl tepki verdiler.
İlk günden itibaren Ney sesini duyduktan sonra çok etkileniyorlar ve bu beni çok şaşırtıyor. Tabi biz biliyoruz Mevlana’yı, Semazenleri, Tasavvuf’u herkes bir şekilde biliyor ama onlar için bunların hiç biri hakkında fikirleri yok. Ama Ney sesinin o kadar evrensel bir büyüsü var ki o içerisindeki tozlu ses, nefes, kamışın belki doğal bir bitki olması çok etkiliyor insanları. 9 yıl önce Kanada’da bir Club’de DJ’lik yaparken elektronik müzik yapıyorum yanımda bulunan bir Cd vardı alttaki ritmin üzerine Ney taksimini koydum bir anda dans eden 5 bin kişinin yüzü değişti, bakışları değişti sona ben setimi bitirdim ve 200-300 kişi kapıda benim önüme çıkarak siz bir şey çaldınız içinde flüt olan nedir bu çok etkilendik çok dokundu, işte o zaman anlıyorsunuz ki Ney’de insanın kalbine hitap eden ama entelektüel değil de ruh dünyasına hitap eden bir büyü var. Batıda çok büyük bir ilgi var Ney’e. Örneğin Montuel festivalinde 200 bin kişi vardı ve canlı yayınla 500 milyon kişiye ulaşan bir konser oldu. O zamanda tanık olmuştum ve kasetlerden izlediğimde de belli yerlerde o 200 bin kişi sanki hipnotize olmuş gibi duruyorlar sonra ritimler yükseliyor birden enerji patlaması oluyor. Kesinlikle Türkiye’de ki insanlar ney dinlerken ne hissediyorsa dünyada aynı hisleri duyuyor ve aynı tepkileri veriyor.
Farklı bir sentez yaratarak doğu ile batıyı bir müzikte buluşturdunuz nasıl çıktı böyle bir çalışma.
Şimdi aslında her şey bir bütün Mevlana’nın çok güzel bir sözü var, diyor ki “Şaşı olan gözünüz düzeldiği zaman iki gibi görünen şey bir hale gelir. Mevlana şaşı gözden bahsederken gönül gözünden bahsediyor, aslında ayırmak bize ait bir şey batıda her şey bir çizgi halinde görünür, bu ayrım doğuya has bir bakış açısı batlı her şeyi bir daire olarak görür bizdeki sema gibi semazen dönmeye başladığı zaman doğu batı kalmaz hepsi bir potada erir, bu potanın merkezine biz aşk diyoruz o en önemlisi onu aydınlatanda hoşgörü ve batının çok az sahip olduğu bir şeylerden bir tanesi. Yine Mevlananın çok güzel bir sözü daha var diyorki düne ait söz dünde kaldı, bugün yeni bir söz söylemek lazım. Şimdi bugünün dili elektronik müzik ben elektronik müziğin evrensel bir değeri olduğunu düşünüyorum. Amacımız sevgi, barış, muhabbet, hoşgörü ki Tasavvufun özündeki mesajılar bu Anadolu’nun mesajları da yüzyıllar boyu böyle olmuştur, o zaman olduğu gibi bugünde amaç bu mesajları geniş kitlelere yaymaksa, geniş kitlelerin anlaya bileceği bir dili seçmemiz gerekir.
O anlamda elektronik müzikle bizim müziklerimiz akustik müzikler çok iyi bir biriyle birleşti. Belki şimdi ben geleneksel anlamda bir ney üflüyor olsaydım kendi hocamın kötü bir taklidi olurdum. 150-200 kişilik guruplara ney çalan biri olmaktan öte gidemezdim. Ama evrensel bir dile kendi mesajınızı yerleştirdiğinizde Montrel Jazz festivalinde olduğu gibi 200 bin kişiye çalabilirsiniz. İspanya’nın küçük bir köyünde bir festivale gittik ve 30 bin kişi geldi ilk defa gittim orada tanınmıyorum, ama 30 bin kişi ney ve semazenlari ilgiyle izlemelerini görünce bundan aldığım keyif anlatılmaz bir duygu. Türkiye’nin konumu da dış dünyada hep merak uyandırıyor İstanbul doğuyla batının birleştiği yer Anadolu da aynı şekilde medeniyetlerin birleştiği bir yer olmuştur her zaman. Benim müziğim yaşadığım hayatın çok güzel yansıması haline geldi ve içinde doğu var batı var, elektronik var akustik var, geçmiş var gelecek var ve bu batı için çok ilginç bir konsept.
Dünya müzik sektörünün neresindeyiz ve Türkiye’de müzik sektör olabildi mi. Eskiden yabancı müziklerin üzerine Türkçe sözler yazılarak karşımıza çıkılıyordu bugünkü durum nedir.
Bence Türk müziği kaynak olarak yani kökleri olarak çok zengin bir yer. Ben Kanada’da Müzik eğitimi alırken çok otorite bir hocamız vardı ve bana, ben sizi anlamıyorum dünyanın en zengin müzik kültürüne sahipsiniz tutup klasik batı müziklerinin taklidini yapıyorsunuz neden dedi. Orta Asya’dan itibaren başlayın Anadolu, Selçuklu, Osmanlı onun içerisindeki klasik Türk müziği dediğimiz Tasavvuf müziği, dini müzikler, Cumhuriyet dönemi, folklorik müzikler örneğin Aşık Veysel, Neşet Ertaş gibi ustalar ve daha niceleri var. İnanılmaz bir hazine var ve bir şekilde biz bu hazineyi işleyemiyoruz. Buda kültürel bir boşluktan, kültürel bir sahipsizlikten, nerde olduğunu bilmemekten, Cumhuriyet dönemi, Osmanlı döneminin son 200 yılında bir kimlik bunalımı var. Bunlar yavaş yavaş yerine oturmaya başladılar ve kendi kültürümüzün bize ait olan kültürün evrensel değerleri yada en azından o potansiyeli keşfettiğin anda çok iyi yerlere gelebiliyorsun. Beni BBC’nin dünya müziğine aday göstermesini ben şahsım olarak bir başarı olarak görmüyorum, burada ki en önemli şey, Türk müziğinin gerçekten nitelikli olarak elektronik müziği, caz müziği, batı müziğinin kavramları ile birleştirdiğinde başarılı olabileceğimizin bir göstergesi. Biz 500 guruptan ilk 4 gurup arasında aday gösterildik. Potansiyel olarak çok zengin bir yerdeyken, müzik sektörü olarak hala çok geri plandayız. Türkiye’de müzik yaratan kişiler yok. Dünyayı biraz geriden takip ediyoruz ama genç kuşak daha iyi şeyler yapacak gibi.
Dünya pazarında kendilerine yer arayan Türk müzisyenler var Tarkan, mustafa sandal Sertab Erener gibi bunların başarılı olma şansını nasıl görüyorsunuz.
Sertab’ın başarısı çok büyük ve önemli. Benim kuşağım Eurovision şarkı yarışmasında sonuncu olmakla hatırlanan bir kuşakken Sertab gibi bir kız çıkarak Eurovision yarışmasında birinci oldu. Burada herkesin atladığı bir şey var İngiltere’nin kendi ana diliyle yarıştığı ve son sıralarda yer alırken bir Türk kızı çıkıp İngilizce şarkı ile kazanması kadar güzel bir olay olamaz. Türkiye’den çıkıp bir dünya starı olacak birisi varsa o da Sertab Erener olur bunun dışındakilerin başarılı olacaklarına inanmıyorum. Sertap apayrı bir sanatçı, çok farklı müzik alanlarında şarkı söyleme yeteneğine sahip bir kişi. Klasik batı müziğinden, operaya, Türk müziğine kadar birçok müziği söyleyebilecek ender sanatçılardan. Mustafa Sandal Türkiye’de ticari işler yapan bir sanatçının ötesine geçemez.
Tarkan hakikaten çok kabiliyetli bir sanatçı, sesi çok iyi sahnesi çok iyi ama ondaki problemlerin başında yine Türkiye’de ki popüler kültürdeki satabilecek albümler yapılıyor olmasından kaynaklanıyor. Tarkan’ın etrafında onu dünya pazarına sunacak ve bir star yapacak ekip yok onun etrafındaki insanlar konser ve albümden ne kadar çok para kazanırım diye düşünen insanlardan oluşuyor. Benim Dünya Müzik Ödüllerine aday gösterilmemin arkasında bir ekip çalışması var. Benim Avrupa’da vizyonu olan 6 tane menajerim var aylar süren turnelere katılıyorum sürekli iş alıyorum bu da benim arkamdaki insanların çalışması ile oluyor. Tarkan’ın böyle bir ekibi yok. Bazı Türk sanatçıları Avrupa’ya konsere gidiyorlar ve arkasından Türk basınında Bilmem kim Avrupa’yı salladı diye yazıyorlar. Onlar Avrupa’yı değil orada yaşayan Türkleri sallıyor hepsi o kadar. Türkiye’nin dünya starı var Fazıl Say, ben 3 hafta önce Paris’teydim ve her yerde Fazıl Say afişleri asılı Fazıl Sayı tanıyor musunuz diye sorduğumda herkes biliyor.
Ömer Mazi röportajı